|
الَّذِينَ يُنْفِقُونَ أَمْوَالَهُمْ بِاللَّيْلِ وَالنَّهَارِ سِرًّا وَعَلَانِيَةً فَلَهُمْ أَجْرُهُمْ عِنْدَ رَبِّهِمْ وَلَا خَوْفٌ عَلَيْهِمْ وَلَا هُمْ يَحْزَنُونَ
-274 |
Ellezıne yünfikune emvalehüm bil leyli ven nehari sirrav ve alaniyeten fe lehüm ecruhüm ınde rabbihim* ve la havfün aleyhim ve la hüm yahzenun |
|
2-Bakara Suresi 274. Ayeti Kerime Mealleri ve Tefsiri
Ö. NASUHİ BİLMEN MEALLERİ VE TEFSİRİ : 'Kur'anı Kerimin Türkçe Meali Alisi ve Tefsiri' |
Ö NASUHİ BİLMEN MEALİ: |
Onlar ki, mallarını gece ve gündüz, gizli ve âşikâre olarak infak ederler, artık onlar için Rableri nezdinde mükâfaatları vardır. Ve onlara bir korku yoktur ve onlar mahzun da olmayacaklardır. |
Ö NASUHİ BİLMEN TEFSİR MEALİ: |
Onlar ki, mallarını gece ve gündüz, gizli ve aşikâre olarak infak ederler, artık onlar için Rableri katında mükâfatları vardır. Ve onlara bir korku yoktur ve onlar mahzun da olmayacaklardır. |
Ö NASUHİ BİLMEN TEFSİRİ: 'Kur'anı Kerimin Türkçe Meali Alisi ve Tefsiri' |
Bu âyeti kerime, harcamanın en mükemmel şeklini göstermekte, böyle bir harcamada bulunacakların ulaşacakları mükâfatları beyan buyurmaktadır. Şöyle ki: (Onlar ki) Cenâb-ı Hak'kın o mü'min, fedakâr kulları ki (mallarını) meşru şekilde sahip oldukları, servetlerini (gece ve gündüz, gizli ve aşikâre) yani her vakit, her lüzum görüldükçe Allah'ın rızâsına uygun (olarak infak ederler.) Pek büyük sevap kazanmış olurlar. (Artık onlar için Rableri yanında mükâfatları vardır) onlar bu mükâfatları dünyada da, ahirette de görürler. (Ve onlara bir korku yoktur) Geleceğe ait bir keder takdir edilmiş değildir. (Ve onlar mahzül da olmayacaklardır.) Kendilerine ait sevilen, ve arzu edilen bir nimetin elden çıkması ile üzülmeyeceklerdir. Ne büyük bir mükâfat!.
§ Bu âyeti kerimenin nüzul sebebi hakkında birçok rivayetler vardır. Kısaca deniliyor ki: Hz. Ebu Bekir Radiyallahü anhın kırk bin dirhemi varmış, bunun on bin dirhemini gece, on bin dirhemini gündüz, on binini gizli, on binini de açıkça tasadduk etmiş, bunun üzerine bu âyeti celile nazil olmuştur.
Diğer bir rivayete göre de Hz. Ali Radiyallahü tealâ anhın dört dirhemi varmış bunun bir dirhemini gece, bir dirhemini gündüz, bir dirhemini gizlice, bir dirhemini di açıkça infakta bulunmuş. Rasüli Ekrem Sallallahu tealâ Aleyhi Vesellem Efendimiz, Ye Ali! Seni bu infaka ne sevk etti diye sormuş. O da: Rabbimin vadettiğine lâyık olma! İçin infak ettim demi;. Peygamber Efendimiz de: Lekezalik = o vadedilen mükâfat, senin içindir, buyurmuş,, bunun üzerine bu âyeti kerime nazil olmuştur.
Üçüncü bir rivayete göre de bu âyeti kerime, cihad için atlar besleyen zâtla hakkında nazil olmuştur. Çünkü onlar bu atlara gece ve gündüz, gizli ve açık olara! Yem verir ve onları besler dururlar. Binaenaleyh İslâm yurdunun müdafaası için tedarik edilecek harp vasıtaları için, meselâ, toplar, tüfekler, tayyareler için yapılan yardımlarda böyle pek makbul birer sadaka mahiyetinde bulunmaktadır. Kısacası Allah rızası için yapılacak bu gibi yardımların sahipleri ilâhî korumaya ulaşmış, hüzün ve kederden korku ve endişeden kurtulmuş olacaklardır. Bu âyeti kerime bunu müjdelemektedir Şunu da ilâve edelim ki: Böyle bir infakta bulunmuş olmak için bütün malları verip te hayatın devamı için gerekli olan miktarından da mahrum kalmak lâzım gelmez. Çünkü bütün bütün eli boş kalıp da başkalarına muhtaç bir hale
düşmek caiz değildir. = Eli sıkı olma; büsbütün el açık da olmaz.
(Isra 17/29) âyeti kerimesi de bunu göstermektedir. Zaten bir in şanın kendi nefsine ve kendi ailesinin fertlerine meşru surette kazanıp sarfedeceği bi mal da bu infak cümlesindendir. O halde bir zat bu gibi zorunlu ihtiyaçlarına tekabül edecek malından fazlasını diğer fakir ve düşkünlere ve cihadın gereklerine sarf etti mi bütün servetini Allah rızâsı için sarfetmiş sayılır, ona göre mükâfata aday olur.
"Bu âyeti celile, İslâm milletine lâyık olan sosyal bir yardımlaşmanın Allah katınd; ne kadar makbul olduğunu pek açık bir şekilde gösteriyor. Evet!. Güzel bir dinî terbi yeye sahip olan bir zat, bütün insaniyete karşı, özellikle kendi muhitine, kendi dindaşlarına karşı pek fedakâr bulunur, kendi servetinden sırf Allah rızâsı için başkalarını da yararlandırmaya çalışır, onlara gece ve gündüz dem iye re k her lüzum görüldükçe gizli ve açık şekilde yardım eder, bunu bir dinî vazife bilir. Bunu bir minnete, bir şöhret hevesine dayalı olmaksızın tam bir nezaketle yapar. Artık böyle ahlâkî bir terbiye, böyle yüce bir his, bir milletin fertleri arasında yayılırsa, her fer elinden geldiği kadar başkalarının imdadına koşarsa artık o millet arasında sefaletten birbirinin hukukuna tecavüzden bir eser görülebilir mi? Aralarında en güzel bir dayanışma, en takdire lâyık bir milli birlik oluşmaz mı?
Maamafih böyle bir harcamanın büyük mükâfatını düşünüp tasdik eden bir zat kendisinin de böyle bir mükâfata kavuşabilmesi için iş sahasına daha fazla atılır, daha fazla servet sahibi olmasını ister ki, kendisi de fakir ve düşkünlere yardım ederek böyle büyük bir nîmete, bir ebedî, uhrevî saadete ulaşsın. Bunun neticesinde de milletin iktisadî hayatı daha fazla gelişme göstermiş olur.
Fakat böyle yüksek bir duygudan, böyle temiz bir inançtan mahrum olan kimseler ise yalnız kendi maddî menfaatlerini düşünürler, fırsat buldukça başkalarının mallarını da birer suretle ellerinden kapıp almak isterler, kendi servetleri ne kadar fazla olursa olsun yine doymazlar, hırslı bir halde hareket ederler. Başkalarının sefaletlerine acımaz, onların ihtiyaçlarını Allah rızâsı için gidermek istemezler. Belki onların ihtiyaçlarından istifade ederek kendileri için daimî bir gelir kaynağı temin etmek ister dururlar. Böyle bir hal ise hikmete, fazîlete insaniyete muhalif değil midir? İşte ribâ âyetleri, bizleri bu gibi aşağılık ihtiraslardan men etmekte ve sakin d.ırmaktadır.
|
|
|