|
إِنَّمَا النَّسِيءُ زِيَادَةٌ فِي الْكُفْرِ ۖ يُضَلُّ بِهِ الَّذِينَ كَفَرُوا يُحِلُّونَهُ عَامًا وَيُحَرِّمُونَهُ عَامًا لِيُوَاطِئُوا عِدَّةَ مَا حَرَّمَ اللَّهُ فَيُحِلُّوا مَا حَرَّمَ اللَّهُ ۚ زُيِّنَ لَهُمْ سُوءُ أَعْمَالِهِمْ ۗ وَاللَّهُ لَا يَهْدِي الْقَوْمَ الْكَافِرِينَ
-37 |
İnnemen nesıü ziyadetün fil küfri yüdallü bihillezıne keferu yühıllünehu amev ve yüharrimunehu amel li yüvatıu ıddete ma harramellahü fe yühıllu ma harremellah züyyine lehüm suü a´malihim vallahü la yehdil kavmel kafirın |
|
9-Tevbe Suresi 37. Ayeti Kerime Mealleri ve Tefsiri
Ö. NASUHİ BİLMEN MEALLERİ VE TEFSİRİ : 'Kur'anı Kerimin Türkçe Meali Alisi ve Tefsiri' |
Ö NASUHİ BİLMEN MEALİ: |
Şüphe yok ki nesî, te´hir, (bir ayın hürmetini diğer aya bırakmak) küfrde bir ziyâdeliktir. Onunla kâfir olanlar şaşırtılır. Onu (o tehir edileni) bir yıl helâl, bir yıl da haram sayarlar ki, Allah Teâlâ´nın haram kıldığının sayısına uygun göstersinler de Cenâb-ı Hakk´ın haram kıldığını helâl kılsınlar. Onlar için kötü amelleri bezetilmiştir. Allah Teâlâ ise kâfirler olan bir kavme hidâyet etmez. |
Ö NASUHİ BİLMEN TEFSİR MEALİ: |
Şüphe yok ki Nesî = Ertelemek, bir ayın hürmetini diğer aya bırakmak -küfrde bir ziyadeliktir. Onunla kâfir olanlar şaşırtılır. Onu -o tehir edileni- bir yıl helâl, bir yıl da haram sayarlar ki, Allah Teâlâ'nın haram kıldığının sayısına uygun göstersinler de Cenâb-ı Hak'kın haram kıldığını helâl kılsınlar. Onlar için kötü amelleri bezetilmiştir. Allah Teâlâ ise kâfir olan bir kavme hidayet etmez. |
Ö NASUHİ BİLMEN TEFSİRİ: 'Kur'anı Kerimin Türkçe Meali Alisi ve Tefsiri' |
Bu âyeti kerime, bir takım kâfirlerin haram olan ayları değiştirdiklerini ve tehir eder olduklarını bildiriyor. Bu pek fazlasiyle kâfirce olan bir harekete cür'et edenlerin ise hidayetten mahrum kalacaklarını ihtar buyuruyor. Şöyle ki: Bir hikmet sahibi mâbud olan Allah Teâlâ Hazretleri bir kısım ibadetleri ifa hususunda kamerî aylara uyulmasını emretmiştir, İbrahim Aleyhisselâm da, diğer Peygamberler de kamerî aylara riâyet etmişlerdir. Daha sonra Arap müdrikleri bu kamerî aylara uymayı terketmişler, bunlara riâyeti kendi dünyevî menfaatlerine aykırı görmüşler, bunun neticesi olarak Arabî aylarını ertelemeye ve öne almaya başlamışlardı. Kamerî aylara uyulduğu takdirde hac mevsimi bazen kısa, bazen da yaza tesadüf ediyordu. Kısa tesadüf edince ziyaretler azalıyor, ticaretleri sekteye uğruyordu. Yahut hac mevsimi yaza tesadüf edince Mekke'de kalmak mecburiyetini hissediyorlar, ticaret için dışarı çıkmalar! Sonraya kalıyor, bu yüzden iktisadî menfaatleri azalmış gibi oluyordu. Bir de haram olan dört ayda savaşta bulunmak yasaklı, halbuki Arap kabileleri zaman zaman çarpışmadan kendilerini alamıyorlardı. Artık haram olan bir ayı helâl sayarak, o ayda savaşta bulunuyorlar, diğer bir ayı onun yerine bir haram ay sayıyorlardı. Bu cihetle aylar tehire bırakılmış, değiştirilmiş oluyordu. Bir de Ay yılı ile, Güneş yılını âdeta birbirine karıştınyorlardı, bu şekilde bir senenin müddeti Ay yılı üzerine artıyor, bunun neticesi olarak bazı seneler, onüç ay olmuş bulunuyordu. Artık hac ayı, bazen Zilhicce'ye, bazen da Muharreme veya Sefere vesaireye tesadüf ediyordu. Bir müddet sonra da yine Zilhicce'ye tesadüf etmiş bulunuyordu. Artık bu aylarda böyle bir değişiklik vücude geliyor, Cenâb-ı Hak'kın haram kıldığı aylara riâyet edilmiyor, hac vakitleri çok kere terk ve tehir edilmiş oluyordu.
İşte böyle dünyevî menfaatler için Allah'ın emrini terkedenleri kınamak, hareketlerinin küfrü artırmağa sebep olduğunu beyan için şöyle buyuruluyor. (Şüphe yok ki. Nesi) yani: Ayları değiştirip tehir etmek, bir ayın hürmetini diğer bir aya bırakmak, meselâ: Belirli bir vakitte yapılacak hac vazifesini başka bir vakte nakil edivermek (küfrde bir fazlalıktır) çünki buna cür'et edeler zaten kâfir bulunuyorlardı, Cenâb-ı Hak'kın bu husustaki emrini dinlemeyip onun aksini yapmak da fazlaca bir küfür eseridir. Böyle yapanlar, ya Hak Teâlâ'nın emrini inkâr etmiş veya o emrin hikmet ve menfaata muvafık olmadığını iddia ile Cenâb-ı Hak'ka hâşâ cehalet isnat eylemiş olacakları için küfrleri kat kat olmuştur, (onunla) Öyle Allah'ın emrine muhalif olarak ayları tehir etmek ve değiştirmekle (kâfir olanlar, şaşırtılır) onların sapıklıkları artar, Cenâb-ı Hak'kın emirlerindeki hikmetleri anlamaktan mahrum kalırlar, (onu) O tehir ettikleri ayı (bir yıl helâl, bir yıl da haram sayarlar) haram olan bir ayı helâl tanırlar, helâl olan bir ayı'ı da onun yerine haram telâkki ederler, aradan seneler geçtikçe ilâve ettikleri günler sebebiyle yine haram tanımış olduğu ayın haram bir ay olduğunu söylerler, (ki Allah Teâlâ'nın haram kıldığının sayısına uygun göstersinler) Dört haram olan ay'a muvafakatte bulunmuş gibi olsunlar (da) artık (Cenâb-ı Hak'kın haram kıldığını helâl kılsınlar) Bu cümleden olarak o hac yapılması icabeden ayları başka aylara tehir ederek böyle kendi kendilerine helâl ve harama hüküm versinler, (onlar için) O cahilce hareketlerinin bir cezası olmak üzere o (kötü amelleri bezetilmiştir) artık onu, güzel; faideli, takdire şayan bir şey zannederek cüretleri artmıştır, daha ziyade azabı hak etmişlerdir. (Allah Teâlâ ise kâfir olan bir kavme hidayet etmez.) Onlar kendi kabiliyetlerini kötüye kullandıkları için sapıklığa düşmüş olurlar, kendilerini selâmet ve saadete kavuşturacak bir hidâyete nail olamazlar.
Bu âyeti kerime gösteriyor ki, Cenâb-ı Hak, yüce bir mabuddur, hikmet sahibi bir yaratıcıdır. Onun bütün dinî hükmleri hikmet ve menfaata dayanmaktadır. Onu takdir ve tasdik etmemek, onun zıddını yapmaktan kaçınmamak en büyük bir sapıklık eseridir. İşte bir kısım ibadetlerin kamerî aylara göre yapılması hususundaki emri ilâhî de bu cümledendir.
§ Bu konudaki şer'î hikmet bir işaret olmak üzere şöylece izaha lüzum görülmüştür
(I) Kamerî aylar, öteden beri on iki olup bunlar bir Ay yılını teşkil ederler. Bu aylar öteden beri olduğu gibi İslâm dininde de ibadetlere mahsus günleri, vakitleri kapsamak üzere muteber bulunmuştur. Bu, ilâhî emre dayanan, Hz. Peygamberin fili ile sabit, ümmetin icmai ile gerçekleşmiş bir durumdur. Bu cümleden olarak = Sana hilal seklindeki ayları soruyorlar. De ki: Onlar, insanlar ve özellikle hac için vakit ölçüleridir. (Bakara 2/189) âyeti kerimesi gösteriyor ki: İbadetler hussunda kameri aylar muteberdir. Ayın muhtelif safhalar göstermesi, insanlara ibadet zamanlarını ve özellikle hac vaktini bildirmek için açıkça bir alâmettir. Artık buna riayet edilmesi, bir hikmet ve menfaat gereğidir. Hikmete dayanan dinimiz, kamerî aylara bir ehemmiyet vermiştir. Ayın muhtelif safhaları sayesinde medeniler de. Bedeviler de ibadet vakitlerini tayine muktedir olurlar. Bu kamerî aylar ise on ikidir. Bunlar bir Ay yılını oluştumrlar. Bu senenin ilk ayı ise Muharremdir. Hz. Ömer, Radialahu anhu, Rasûlü Ekrem Sallallahu aleyhi vesselem efendimizin hicret buyurdukaln senenin Muharremini, müslümanlar için bir tarih başlangıcı olarak t esbit etmiştir. Hicrî tarih bu aydan başlamış bulunmaktadır.
(2) Cahiliye zamanında bu kamerî ayların vakitleri değiştirilmiş, savaşta bulunmak için haram olan bir ay, ileri veya geri alınmak suretiyle helâl sayılmış, helâl olan bir ay da haram gösterilmiş, yani: Dînen belirlenmiş olan günler, keyfî surette değiştirilmişti. İşte "Nesi" denilen bu hal, âyeti kerimesiyle büyük bir küfr sayılmıştır.
(3) İbadetlerde Berat Gecesi, Miraç Gecesi, Velâdet Gecesi gibi mübarek günlerde kamerî aylara uymanın teşrî hikmeti de biraz düşünme neticesinde pek güzel anlaşılır. Bununla beraber bir takım ibadetler, şer'an belirli vakitlere tahsis edilmiştir. Bunlar birer teabbudî emirdir. Bizim vazifemiz de bu emirlere olduğu gibi riayet etmektir. İsterse onların hikmetini bilmeyelim: Bir kulun kerem sahibi mabuduna olan tam bir kulluğu, onun emirlerine uymaktan ibarettir. Yoksa onun şahsına ait faidelerini, kolaylıklarını düşünüp araştırmak o hususta kendi kendine değiştirme ve bozmaya cür'et etmek değildir.
(4) Oruç, hac farizesinin güneş yılına göre muhtelif aylara tesadüfü, insanlık hakkında ilâhî adaleti ilâhî rahmetin büyük bir tecellisi demektir. Düşünmeli ki, omç fârizesini her sene meselâ: Haziran ayında ifa etmekle mükellef olsa idik, kuzey yarım küredeki müslümanlar her vakit sıcak bir mevsimde ve uzun günlerde oruç tutacaklardı, güney yarım küredeki müslümanlar ise daima soğuk ve kısa günlerde bu vazifeyi ifa edeceklerdi. Tersine bu vazifeyi ifa, ocak ayına mahsus olsa idi, bu halde kuzey yarımkürede bulunan müslümanlar, pek kolaylıkla oruçlarını tutacaklardı, güney yarımküredeki müslümanlar ise her zaman güç bir vaziyette kalmış olacaklardı. Kerem ve hikmet sahibi olan mabudumuz ise bu farizenin edası için kamerî aylardan olan Ramazan ayını tâyin buyurmuş olmakla bütün müslümanları ilâhî lütfuna mazhar kılmış, her otuz üç küsur sene içinde iki yarımkürenin müslüman ahalisini nöbetleşerek kolaylığa nail buyurmuştur.
(5) Şunu da düşünmeli ki, oruç günleri gibi, Hz. Peygamberin doğum günü gibi mübarek günler, bütün dünya günleri, mevsimleri için iftihara vesile olacak pek feyizli, şerefli zamanlardır. Artık bu yüce zamanların birer feyizler devresi sayılmak şerefine nail olmak, her mevsim, hergün için pek istenen bir saadettir. Halbuki, bu feyizler devresi, Güneş yılı itibariyle belirli bir mevsime, bir güne tahsis edilmiş olsaydı insanlık dünyasının diğer mevsimleri, günleri bu nailiyet şerefinden mahrum kalmış olacaklardır. Ay yılı dikkate alındığı takdirde ise Güneş yıVarının bütün mevsimleri, günleri de bir nöbetleşme neticesi olarak bu yüceliğinin sonu olmayan şerefe mazhar olmaktadırlar. Bu ise manevî bakımdan pek büyük bir gayedir, bir hikmet gereğidir.
(6) Maamafih insanlar bir hikmete binaen bir imtihan dünyasında yaşamaktadırlar. Bunların mükâfatları Cenâb-ı Hak'kın emirlerine uyarak o uğurda katlanacakları
güçlükler ile mütenasip olacaktır. Nitekim = amellerin en faziletlisi, en şiddetli olanıdır.) diye buyurulmuştur. Artık oruç gibi bi
ibadetin daima son bahara tesadüf etmeyip de diğer uzun veya sıcak zamanlara tesadüf etmesi de müslümanların daha ziyade sevaba nail olmalarına bir vesile olmuş olur. Her hakikî müslüman, üzerine düşen vazifeleri herhangi bir mevsime tesadüf ederse etsin, kerem sahibi Mabudunun emrine uyarak seve seve, bir neş'e içinde ifaya çalışır. Bu manevî zevkten mahrum olanlar ise herhangi mevsime tesadüf ederse etsin o dinî vazifelerini ifaya yanaşmazlar. Artık onların bu hususta söz söylemeğe ne selâhiyetleri olabilir?. Cenâb-ı Hak, cümlemizi İslâm dininin yüce hükmlerini takdir ile onlara hakkiyle uymaya muvaffak buyursun. Amin…
|
|
|