KÜNYE   KAYNAKÇA   İLETİŞİM      

  SAYFANIN MOBİL VERSİYONU: kuranmeali.name.tr   

ARAPÇA METNİ     SURELER     MEAL     TEFSİR     KELİMELER-KAVRAMLAR    
TEFSİR  

24-NUR SURESI (64 Ayet)
1 2 3 4 5 6 7 8 9 10 11 12 13 14 15 16 17 18 19 20 21 22 23 24 25 26
27 28 29 30 31 32 33 34 35 36 37 38 39 40 41 42 43 44 45 46 47 48 49 50 51 52
53 54 55 56 57 58 59 60 61 62 63 64
Ömer Nasuhi Bilmen Tefsiri ve Meali Nur Suresi 38  Ayeti Kerime Tefsiri ve Mealleri - 24/38
24-NUR SURESI - 38. AYET    Medine
لِيَجْزِيَهُمُ اللَّهُ أَحْسَنَ مَا عَمِلُوا وَيَزِيدَهُمْ مِنْ فَضْلِهِ ۗ وَاللَّهُ يَرْزُقُ مَنْ يَشَاءُ بِغَيْرِ حِسَابٍ -38
Li yecziyehümüllahü ahsene ma amilu ve yezıdehüm min fadlih vallahü yerzüku mey yeşaü bi ğayri hısab
24-Nur Suresi 38. Ayeti Kerime Mealleri ve Tefsiri
Ö. NASUHİ BİLMEN MEALLERİ VE TEFSİRİ : 'Kur'anı Kerimin Türkçe Meali Alisi ve Tefsiri'
Ö NASUHİ BİLMEN  MEALİ: Tâ ki, Allah Teâlâ onlara amellerinin en güzeli ile mükâfaat versin ve onlara ziyâdesini de kendi kereminden ihsan buyursun ve Allah Teala dilediğini hesapsız derecelerde merzûk buyurur.
Ö NASUHİ BİLMEN  TEFSİR MEALİ: Tâki, Allah Teâlâ onlara amellerinin en güzeli ile mükâfat versin ve onlara ziyadesini de kendi kereminden ihsan buyursun ve Allah Teâlâ dilediğini hesapsız derecelerde merzuk buyurur.
Ö NASUHİ BİLMEN  TEFSİRİ:
'Kur'anı Kerimin Türkçe Meali Alisi ve Tefsiri'
(Tâki, Allah Teâlâ onlara amellerinin en güzeli ile mükâfat versin) amellerindeki kusurlarını gidersin, kendilerini amellerini en güzel mükâfatına erdirsin. (ve onlara ziyadesini de kendi kereminden) lütuf ve ihsanından (versin) onların güzel amellerini kat kat iyilikle karşılasın, kendilerini hatır ve hayale gelmedik nimetlere muvaffak kılsın. 0 kerem sahibi mabudumuzun lütuf ve ihsanının sonu mu vardır?, (ve Allah Teâlâ dilediğini hesapsız derecelerde rızıklandırır) onu maddî ve manevî nice lütuflara kavuşturur. Onun lütuf ve keremi, her türlü tasavvurların üstündedir. Binaenaleyh kulların vazifeleri de ilâhi nur sayesinde hareket sahasını aydınlatarak saadet yollarını tâkibetmektir, o kerem ve merhamet sahibi olan Hak Teâlâ Hazretlerinden aflar, lütuflar niyaz ederek o mukaddes ezeli mabudun şeref ve yücelik huzuruna işlerini, bütün varlıklarını terk eylemektir. Bundan başka selâmet çaresi yoktur. "Bu âyeti kerime hakkında bazı yorumlar: Değerli tefsircilerden bazılarına göre "Meselü nurihî.." âyeti kerimesindeki nurdan maksat: Ya Kur'an-ı mübindir, veya dinî İslâmdır veya Resûl-i Ekrem'dir veyahut müminlerin kalplerinde parlayıp duran bir îman ve hidayet, bir ibadet ve itaat nurudur. Şöyle ki: 1, Bir kere şüphe yok, Kur'an-ı Kerim, elbette bir ilâhî nurdur. Nitekim: ve size apaçık bir nur indirdik (Nisa, 174) âyeti kerimesi de bunu söylemektedir. Mushafları süsleyen, kalpleri aydınlatan Kur'an-ı Kerim, Hak Teâlâ'nın vahyine dayanan, Allah kelamı olmakla pek kutsî pek mübarek bir varlığa sahiptir. Bu hikmet sahibi kitabın âyetleri öyle doğu ve batı eseri değildir. Zaman ve mekândan münezzeh olan yüce Allah'ın kelâmıdır. Bu âyetlerin hükümleri yalnız doğuya ve yalnız batıya değil bütün insanlık âlemine yöneliktir. Bu semavî kitabın ihtiva ettiği hakikatlar, hikmetler şerh ve tefsir edilmese bile gözler önünde olanca açıklığı ile, olanca nurluluğu ile parlayıp duracak bir vaziyettedir. Bu, bir nurlar, feyzler, mucizler mecmuasıdır. Artık böyle kutsî, mübarek ilâhî bir kitaba kavuşmak, şüphe yok ki bir hidayet eseridir. 2. Dinine gelince bu da muhakkak ki, ilâhî bir nurdur. Nitekim: "0 öyle bir Allah'tır ki, size rahmet eder, melekleri de hakkınızda mağfiret diler. Tâki sizi karanlıklardan aydınlığa çıkarsın, yani: Siz küfür ve günah karanlıklarından kurtararak îman ve itaat nuruna, İslâmiyet'in ebedî feyizlerine mazhar buyursun. 0 kerim mabut, müminlere çok merhametlidir" (Ahzab/43) mealinde bulunan âyeti kerimesi de bunu bildirmektedir. Evet.. İslâm dinî, bir nurdur, onun semavi varlığı Arap yarımadasından parlamaya başlayıp azbir zaman içinde yeryüzününün birçok parçalarını aydınlatmaya muvaffak olmuştur. Bu makaddes dinin koruyucusu, Allah Teâlâ'dır tebliğcisi de son peygamber efendimizdir. Bu bir fıtri ve umumi bir dindir, bunun hitabeleri yalnız doğuya, yalnız batıya ait olmayıp bütün insanlık âlemine yöneliktir. Bu mübarek dinin yüce mahiyeti o kadar aydınlık, o kadar açık, o kadar hikmetlidir ki, bunu isbat için delile bile ihtiyaç yoktur. Bu, nurlar kaynağıdır, bütün esasları, bütün hükümleri birer nurdur, birer hidayet meşalesidir. ksek hakiki bir dine kavuşmak, ne büyük bir hidayet eseridir, ne muazzam bir ilâhi yardım neticesidir!. Bunu düşünmeli!. Nurunun meseli" nazmı kerimindeki nurdan maksat, Resûl-i Ekrem, sallallahu aleyhi vesellem olduğuna göre (kandillik) o yüce resulün temiz,güzel, mübarek görüşlerinden kinayedir. (Kandil) den maksat, onun nurlu, tertemiz, mübarek kalbidir, (çerağ)dan maksat da sahip oldukları peygamberlik ve risalettir. (mübarek ağaç) dan maksat da nail bulundukları peygamberlik zinciridir ki, tâ İbrahim Aleyhisselâm'da son bulmaktadır. Onun yağı neredeyse ışık verecektir) mübarek sözünden maksat da Resûl-i Ekrem'in peygamberlik risaletinin tam manasiyle zahir, apaçık olmasıdır ki, diyelim kendisi bir yüce peygamber olduğunu söylemese bile bütün vasıfları ve davranışları, bütün fıtri güzellikleri ve olgunlukları kendisinin bir yüce Peygamberi olduğunu âleme karşı göstermeğe kâfidir. Doğu ve batısı olmayan) mübarek sözü de Resûlullah'ın ibadetlerin^ batıya yüz çeviren Yahudilerden ve doğuya yüz döndüren Hristiyanlardan uzak olup hanif, müslüman, Allah'ın Ka'besine yönelmiş, yüksek bir mertebeye sahip, olduğuna işarettır. = Mübarek bir ağaçtan tutuşturulmaktadır.) yüce sözündeki mübarek ağaçtan maksat da İbrahim Aleyhisselâmdır ki, Fahr âlem efendimiz, o yüce peygamberin neslinden meydana gelerek insanlık âlemini nurlar içinde bırakmıştır. = nur üstüne nur) dan maksat Resûl-i Ekrem'in zatındaki peygamberlik ve asalet nuru ile büyük pederleri Hz. İbrahim'in ve Hz. İsmail'in zatlarındaki peygamberlik ve asalet nurlarından ibarettir ki, bunlar birbirine katılmış, son peygamber efendimiz bütün bu kat kat nurlara mazhar olmakla yükselmiştir. = Allah nuruna dilediğini kavuşturur). Yüce nazmından maksat da Hak Teâlâ'nın dilediği herhangi bir mutlu kulunu Resûl-i Ekrem'in yoluna sevkedip onun peygamberlik nurundan istifade ettirmesi onun mukaddes dininine tâbi olmakla başarı ve kurtuluşa nail buyurmasıdır. Nitekim diğer bir âyeti kerime de Resûl-i Ekrem Efendimize "siracı münir" denilmiştir ki, parlak, etrafı aydınlandıran çırağ manasınadır. 4.Nurunun meseli) mübarek nazmındaki nurdan maksat, müminlerin kalplerindeki îman ve hidayet, ibadet ve itaat nuru olduğuna göre di (kandillik) maksat, herhangi bir müminin temiz nefsidir, (kandil) den maksat, saf sinesidir. (Çerağ)dan maksat, kalbindeki parlayan îman ve Kur'andan ibarettir, (mübarek ağaç) dan maksat da yalnız Allah Teâlâ'ya olan ihlâstır. (doğusu ve batısı olmamasından) maksat da müminin bir takım hâdiselerin doğması ve batmasından etkilenmeyip kendi istikametini, kendi diyanetini, kendi güzellik ve temizliğini korumaya muvaffak olmasıdır. Bir halde ki, rızıklanınca şükreder, müptelâ olunca sabr eder, hükmedince adalete riayet eder, söyleyince de doğru söyler. Onun yağı nerede ise ışıklandırır.) Yüce nazmından maksat da müminin kalbi durumunu beyandır ki, kendisine telkin edilmese bile hak ve hakikati bilip anlayacak bir kabiliyette olur, sahip olduğu selim bir yaratılışla birçok meseleleri ve yüksek fikirleri anlamaya hazır, keşfe muvaffak bulunur. Nitekim bir had i s-i şerifte: "Müminin ferasetinden sakının, çünkü o, Allah'ın nuriyle bakar" buyurulmuştur. "Nurun alâ nur"= (Nur üstüne nur) yüce sözünden maksat da müminin nurlar içinde yüzmesidir. Şöyle ki: Olgun bir müminin sözü nurdur, işi nurdur, gireceği yer nurdur, çıkacağı yer nurdur, kıyamet gününde gideceği yer de nurdur. Böyle bir müminin kalbi nurlar merkezidir, bir hidayet kaynağıdır, her dinî eseri, her ilâhi hükmü görüp işittikçe kalbindeki îman ve hidayet nurları artar durur. İşte bütün bu nurlara nail olmak, bir ilâhî hidayet eseridir. Ne mutlu bu nurlara mazhar olanlara!. Ayetünnur ile gayr oldu gönüller nura, Döndü îman dolu her sine mukaddes tura. "Bu âyeti kerimeden alınacak dersin özeti: Allah Teâlâ Hazretlerinin nurundan maksat, gerek bizzat birliğinin nuru olsun, gerek Kur'an-ı Kerim olsun ve gerek Resûl-i Ekrem Efendimiz ile müminlerin kalplerindeki îman ve İslâm nuru olsun, bundan şu hakikat çıkmaktadır ki: Bütün kâinatın hakiki hayatı, bu nur ile kaimdir. Bu bir ilâhi, kutsi nurdur. Öyle ilâhi bir nur ki, bütün insanlık âlemi için yegâne bir hidayet ve saadet meşalesidir. İnsanlar için yaşamak, doğru yolu görüp tâkibetmek, maddî ve manevî muvaffakiyete ermek için en birinci, en zaruri olan rehber, bu ilâhi nurdan başka değildir. Bu ilâhî nurun parlaklığını, kutsallığını tasvir için âciz, fâni lisanlar, kalemler yeterli olmaz, bu ilâhi nurun yüceliği, beyanı mucize olan Kur'an-ı Kerim'in lisanından temsil şeklinde şöyle anlaşılmaktadır. Binlerce ehli îmanın bütün gün secde yeri olan, birnice Allah adamlarının tesbihleriyle, tahlilleriyle süslenen muazzam mabetlerinden herhangi birindeki bir kandillik içine konulmuş güzel bir lamba, parlak bir çırağ, düşünülsün ki billur bir kandil, parıldayan bir yıldız gibi saf bir fanus içinde parlayıp etrafı aydınlatıyor, doğuya ve batıya mensup olmayan fevkalâde bir zeytin ağacından meydana gelen yağı, kesintisiz parlamaya hazır, etraf o ışıkları yayması için ateşe temas ihtiyacından uzak, bizzat aydınlatmaya yetenekli, kat kat nur, aydınlığına son yok. İşte ilâhi, manevî nurun haricî bir timsali!. Artık insan böyle bir nura can atmaz mı?. Böyle kutsî bir nurdan hakkiyle istifade etmek istemez mi? Bu mübarek nura kavuşmak içinse Allah Teâlâ'ya sığınmaktan başka çare yok. Çünkü Allahu Azimuşşan, bu mukaddes nura yalnız dilediği mutlu kullarını kavuşturur, muvaffak eder. Onun nurundan mahrum ettiği kimseler için artık nur bulunamaz. 0 mutlak hükümdarın dalâlete düşüreceği kimseler için artık hidayete erdirecek mevcut olamaz. Evet.. Kendi fıtretini, kendi iradesini kötüye kullananlar böyle bir cezaya çarpılacaklardır. 0 halde insan, daima hakka yönelmeli, daima kerem ve hikmet sahibi olan mabuduna ya I varmalı, daima aslî yaratılışını korumaya çalışıp üzerine düşen vazifelerini ifaya gayret etmeli, ve bu hususta muvaffakiyete ulaşmak için mukaddes yaratıcısının yardım ve korumasına sığın mal id ı r ki, dünyada da ahirette de hidayet ve kurtuluşuna vesile olan bu ilâhi nura nail olabilsin. Yarabbü. Ya ilâhi!, bizleri bu ebedî, kutsî nuruna mazhar olan seçkin kullarının zümresine kat. Peygamberlerin efendisinin hürmetine duamızı kabul buyur. Hamd sana mahsustur, ey âlemlerin Rabbü. "Bu âyeti kerimedeki bazı kelimelerin izahı: 1: "NUR" lügatte ışık, aydınlık manasınadır ki, eşyanın gözlere görünmesine sebep olur. Nur, güneş, ay, ateş gibi ışıklı, parlak cisimlerden diğer karanlık cisimlere yansıyıp yayılarak bir kısım görülmesini temin eder, kendisi de göz ile görülebilen maddî, seyyal bir cisim veya bir keyfiyettir. Bu, maddî ve cismani bir nurdur. Bir de göz ile görülemeyen, kalb ile sezilip anlaşılan manevî bir nur vardı ki, bir kısım ilâhi varlıkların, bir takım kutsî mahiyette bulunan zatların taşımış oldukları manevî aydınlıktan, aydınlatmak hassasından ibarettir, bununla hakikatlar meydana çıkar. Bu, nur, ebedî hayat için bir hidayet meşalesidir, bununla takibedilecek saadet yolları açılıp görülür. Allah Teâlâ'ya nur denilebilir mi?. Bunda ihtilâf vardır. Mamafih lügat mânası itibariyle "NUR" denilemiyeceği şüphesizdir. Çünkü bu mânaca nur, yaratılmıştır, kendisi görülür ve görme vasıtası olur, fakat kendisi göremez. Bir de bu nur, cisim olsun, cisim ile kaim bir keyfiyetten ibaret bulunsun herhalde bülünmesi, parçalanması, yok olması mümkündür, yoğun buhar cisimler ile kaim olmaya bağlıdır, zaman ve mekâna muhtaçtır ve birçok nevilere ayrılıp mahiyetleri birbirine benzemektedir. Yüce Allah ise yaratıcıdır, ezelidir, ebedidir, cisim olmaktan, bülünmekten, yok olmaktan, ve mekâna ihtiyaçtan yücedir ve hiç bir şeyin dengi ve benzeri değildir. Binaenaleyh Allah Teâlâ'ya nur denilmesi mecazdır veya bir teşbihi beliğ kabilindendir. Çünkü Allah Teâlâ Hazretleri nur sahibidir, kâinatın yaratıcısıdır, tanzim edenidir, aydınlatanıdır, hidayete erdirendir. İşte bu gibi itibarlar ile mukaddes zatına nur denilmesi caiz görülmüştür. Nitekim adaletle, lütuf ve keremle vasıflanmış bir zata âdil, kerim, cömert yerinde sebebiyet ve mazhariyet gibi bir alâka ile adi, kerem, cud denilmesi adettir. Kur'an-ı Kerim, Arab lisanı üzere nazil olmuştur. Kur'anda nur denilince bunun en evvel sözlük mânası hatıra gelir, bu itibar ile bu âyeti kerimede nurdan ilâhi maksadın ne olduğunda değerli müfessirlerin çeşitli yorumları vardır. Bu cümleden olarak bu nurun, aydınlatan, hidayete erdiren, idare eden, tanzim eden, bilen, ortaya çıkaran veya nur sahibi manasında olduğu görüşünde olanlar vardır. Bu halde "Allah göklerin ve yerin nurudur" demek, gökleri ve yeri aydınlatandır, hidayete erdirendir, idare edendir, tanzim edendir, bilendir, orataya çikarandır veya nur sahibidir demek meâlindedir. "Meselü nuruhi= Nurunun meseli" yüce nazmındaki nurun, Allah'ın zatına izafesi de bunu göstermektedir. Çünkü gramerde tamlayanın tamlanandan başka olduğu malûmdur. Fakat İmamı Gazali gibi bir kısım tasavvuf ehhine göre hakikt nur ancak Allah Teâlâ'dır. 0 en yüce nurdur, bizzat mevcuttur, anlayıcıdır, görendir, kâinatın yaratıcısıdır, aydınlatıcısıdır. Bu sebeple Allah Teâlâ'ya nur denilmesi, bir hakikattir. 0 ezeli nurun feyz ve lütufuyla yaratılıp maddî varlığa, bir aydınlığa, bir aydınlatma özelliğine sahip olan fâni nurlara nur denilmesi, bir hakikattir. 0 ezeli nurun feyz ve lütufuyla yaratılıp maddî varlığa, bir aydınlığa, bir aydınlatma özelliğine sahip olan fâni nurlara nur denilmesi ise bir mecazden başka değildir. Sadeddini Kunevî de diyor ki: Hakiki nur ile başkaları görülüp idrâk olunur, kendisi ise idrâk edilemez. Çünkü o nur, nisbetlerden izafetlerden soyutlaşması hasebiyle hakkın zatının aynıdır. Bunun içindir ki, Resûl-i Ekrem Sal lal lah u aleyhi vesellem Hazretleri: "Rabbini gördün mü" sualine cevaben "nurunrahü =bir nurdur, onu nasıl görebilirim" diye buyurmuştur. Ruhulbeyan sahibi de diyor ki: "nur" esmai hüsnadandır. Allah Teâlâ'ya nur denmesi hakikattir, mecaz değildir, nurlandıran manasınadır. Bununla beraber nur lâfzı, bazı kıraatlara göre münevvir olarak okunmaktadır. 2: "Semavat" gök, üst taraf mânasına olan "sema" lâfzının çoğuludur. Kur'an-ı Kerim'in beyan ettiği semavat, muhtelif katlardan meydana gelmiş, bugünkü astronomi ilminin keşfi dairesinden yüce bir kısım muazzam âlemlerden ibarettir ki, bunlar melâikei kiramın karargahı, ilâhi kudretin birer tecelli ettiği yer olarak bulunmaktadır, göklerin yükseldiği, genişliği, onlardaki mahlûkatın çokluğu, azamet ve ihtişamı, temizlik ve mukaddesliği bizlerin tahmin edeceğimiz mertebelerden milyonlarca kat daha büyüktür. Yalnız dünya semasını bezeyen güneşin, ayin, yıldızların büyüklüklerini, ışıklarını, aralarındaki binlerce senelik mesafelerini, özellikle Samanyolu denilen yıldızlar manzumesini teşkil eden hesapsız büyük yıldızların birer âlem olduğunu dikkate almak, Allah'ın mülkünün büyüklüğünü düşündürüp insanları hayretlere düşünmeğe yeter. Yer küresinin üstünde yedi kat göklerin bulunduğunu çeşitli âyetlerde beyan buyurmaktadır. 3: "Arz" Yer yüzü, yer küresi, insanlığın geçici yurdu, göklere göre küçük bir saha ki, böyle nisbeten küçüklüğü ile beraber binlerce, milyonlarca harikaların, kudret, eserlerinin bir teşhir yeri bulunmaktadır. Bunun içindir ki, yüce hükümdar olan Allah Teâlâ Hazretleri bizim gözlerimizi daima göklere çevirmemizi istediği gibi yere de çevirmemizi istemiştir. Allah'ın nurunun birer tecelli yeri olan bu âlemlerden bir uyanma dersi almamızı tavsiye buyurmaktadır. "Olanlar feyzyâbi intibah asarı kudretten" "Alırlar hissei ibret, temaşayı tabiattan" 4: " M i ş kât = ka n d i 11 i k" bir odanın, bir salonun, bir toplantı yerinin, bir mabedin muayyen bir tarafında hazırlanmış olan hususi bir pencereden, arkası kapalı bir hücrecikten ibarettir ki, orada kandil, lamba, elektirik ampulü gibi bir şey konulur, onun dağılacak ziyalariyle gecenin karanlığı aydınlığa dönüştürülmüş olur. 5: "Misbah = lamba" çırağ, kandil fitilesi, elektirik lambası gibi ışık saçan güzel, lâtif bir meşale, bir aydınlatma âleti ki, bu sayede gecenin karanlığı açılır, etraf aydınlanır, nurani bir sabah yüz göstermiş gibi olur. 6: "Zücace" Sırça, billur kandil, kalın kenarlı camdan yapılmış fanus, şeffaf, içindekini gösterir, parlak bir zarf, safiyetin, samimiyetin, kalb nuraniyetinin bir harici timsali. Kandillik denilen yerde böyle billur bir fanus içinde bulunan bir çırağın ışığı, karşılıklı yansıma ve kırılma kanunları gereğince kat kat artar, lüzumsuz taraf o dağılmadan korunmuş olur, istenen tarafları kuvvetli bir tarzda aydınlatır durur. 7: "Dürriye"; İncimsi bir şey, inci gibi makbul, saf bir madde, parıltısıyla, temizliği ile gözleri kamaştıran manevî bir varlık. Malum olduğu üzere yıldızlar, gezegen ve sabite kısımlarına ayrılmıştır. Müşteri, Zühre, Mirrih, Zuhal, Utarit birer parlak gezegendir. Bunlara "beş inci" denir. Sabitler de kendilerine mahsus, açık titreşimli birer nur merkezidir. Bu sebeple bunlardan her biri bir "incimsi yıldız"dır. Binaenaleyh âyeti kerimedeki kandil, bunlardan herhangi birine benzetilmiş demektir. S: "Hidayet" Hûda, doğru yola gidiş, hakka kavuşma, doğru yolu gösterme ve irşat; Allah Teâlâ'nın kullarına ait fiilleri, amelleri kendi ilâhi rızasına muvafık bir halde vücude getirmesi, Hak Teâlâ'nın gösterdiği doğru yolu takibederek ebedî saadete kavuşmak demektir. Bu son manâdaki hidayete, ihtida da denilir. 9: "Cudüv"; Bir işe sabahleyin başlamak mânasında olup "gedat" yerinde kullanılmıştır. Cedat ise sabah namazı vakti, tan atmasından güneşin doğmasına kadar olan vakittir. 10: "Asal" ikindiden akşama veya yatsıya kadar olan vakit manâsına gelen Aslın çoğuludur, "aş i yy" gibi. Bununla beraber an vaktinden başka namaz vakitlerine de kullanılır ki, öğle, ikindi, akşam ve yatsı vakitlerini kapsamaktadır. "Cudüv" vün tekil, "asal"ın çoğul olarak zikredilmesi de bunu göstermektedir. Binaenaleyh bu iki tâbir ile farz namazların beş vaktine işaret buyrulmuş oluyor.

KUR'AN-I KERİM MEALİ, TEFSİRİ; AÇIKLAMASI, YORUMU VE MANAYI İZHARI;

Copyright © kuranikerim.name.tr, 2014