KÜNYE   KAYNAKÇA   İLETİŞİM      

  SAYFANIN MOBİL VERSİYONU: kuranmeali.name.tr   

ARAPÇA METNİ     SURELER     MEAL     TEFSİR     KELİMELER-KAVRAMLAR    
TEFSİR  

3-AL-I İMRAN SURESI (200 Ayet)
1 2 3 4 5 6 7 8 9 10 11 12 13 14 15 16 17 18 19 20 21 22 23 24 25 26
27 28 29 30 31 32 33 34 35 36 37 38 39 40 41 42 43 44 45 46 47 48 49 50 51 52
53 54 55 56 57 58 59 60 61 62 63 64 65 66 67 68 69 70 71 72 73 74 75 76 77 78
79 80 81 82 83 84 85 86 87 88 89 90 91 92 93 94 95 96 97 98 99 100 101 102 103 104
105 106 107 108 109 110 111 112 113 114 115 116 117 118 119 120 121 122 123 124 125 126 127 128 129 130
131 132 133 134 135 136 137 138 139 140 141 142 143 144 145 146 147 148 149 150 151 152 153 154 155 156
157 158 159 160 161 162 163 164 165 166 167 168 169 170 171 172 173 174 175 176 177 178 179 180 181 182
183 184 185 186 187 188 189 190 191 192 193 194 195 196 197 198 199 200
Ömer Nasuhi Bilmen Tefsiri ve Meali Al-i İmran Suresi 7  Ayeti Kerime Tefsiri ve Mealleri - 3/7
3-AL-I İMRAN SURESI - 7. AYET    Medine
هُوَ الَّذِي أَنْزَلَ عَلَيْكَ الْكِتَابَ مِنْهُ آيَاتٌ مُحْكَمَاتٌ هُنَّ أُمُّ الْكِتَابِ وَأُخَرُ مُتَشَابِهَاتٌ ۖ فَأَمَّا الَّذِينَ فِي قُلُوبِهِمْ زَيْغٌ فَيَتَّبِعُونَ مَا تَشَابَهَ مِنْهُ ابْتِغَاءَ الْفِتْنَةِ وَابْتِغَاءَ تَأْوِيلِهِ ۗ وَمَا يَعْلَمُ تَأْوِيلَهُ إِلَّا اللَّهُ ۗ وَالرَّاسِخُونَ فِي الْعِلْمِ يَقُولُونَ آمَنَّا بِهِ كُلٌّ مِنْ عِنْدِ رَبِّنَا ۗ وَمَا يَذَّكَّرُ إِلَّا أُولُو الْأَلْبَابِ -7
Hüvellezı enzele aleykel kitabe minhü ayatüm muhkematün hünne ümmül kitabi ve üharu müteşabihat* fe emmellezıne fi kulubihim zeyğun fe yettebiune ma teşabehe minhübtiğael fitneti vebtiğae te´vılih* ve ma ya´lemü te´vılehu illellah* ver rasihune fil ılmi yekulune amenna bihı küllüm min ındi rabbina* ve ma yezzekkeru illa ülül elbab
3-Al-i İmran Suresi 7. Ayeti Kerime Mealleri ve Tefsiri
Ö. NASUHİ BİLMEN MEALLERİ VE TEFSİRİ : 'Kur'anı Kerimin Türkçe Meali Alisi ve Tefsiri'
Ö NASUHİ BİLMEN  MEALİ: O mabûd-i kadimdir ki, senin üzerine Kur´an´ı indirdi. Ondan bir kısmı muhkem âyetlerdir ki, onlar o kitabın aslıdır. Diğer bir kısmı da müteşâbih âyetlerdir. Artık kalblerinde eğrilik bulunan kimseler fitne aramak ve onu te´vil arzusunda bulunmak için o kitaptan müteşâbih olanına ittiba ederler. Halbuki, onun te´vilini Allah Teâlâ´dan başkası bilemez. İlimde rüsuh sahibi olanlar ise «Biz ona imân ettik, hepsi de Rabbimizin cânibindendir,» derler. (Bunları) Tam akıllı zâtlardan başkası tezekkür edemez.
Ö NASUHİ BİLMEN  TEFSİR MEALİ: O Yüce Mabud ki, senin üzerine Kur'ânı indirdi. Ondan bir kısmı muhkem âyetlerdir ki, onlar o kitabın aslıdır. Diğer bir kısmı da müteşabih âyetlerdir. Artık kalblerinde eğrilik bulunan kimseler fitne aramak ve onu tevil arzusunda bulunmak için o kitaptan müteşabih olanına tâbi olurlar. Halbuki, onun tevilini Allah Teâlâ'dan başkası bilemez. İlimde rüsuh sahibi olanlar ise "Biz ona îman ettik, hepsi de Rabbimizin katındandır derler. -Bunları- tam akıllı zatlardan başkası düşünemez…
Ö NASUHİ BİLMEN  TEFSİRİ:
'Kur'anı Kerimin Türkçe Meali Alisi ve Tefsiri'
Bu âyeti celile, Kur'an'ı Kerim'den hakkıyla istifade eden zatlar ile onu kendi yanlış itikatlarına bir senet kabul ederek bâtıl görüşlerde yorumlarda bulunan kimselerin tavırlarını, ruhî durumlarını beyan buyurmaktadır. Şöyle ki: Ya Muhammedi.. - Aleyhisselâm- O Yüce Mabuddur ki: (Senin üzerine kitabı) Kur'ân-ı Kerim'i âyet âyet, süre süre (indirdi, ondan) o ilahi kitaptan (bir kısmı muhkem âyetlerdir.) Mânâlarına delâletleri açık, ibareleri ihtimal ve benzerlikler! Uzaktır (ki, onlar ümmül-kitaptır) yani: Kur'ân âyetlerinin aslıdır. Dini hükümler hakkında bunlara itimat edilir dayanılır. (Diğer bir kısmı da müteşabih âyetlerdir.) Bunlar ile Allah'ın Muradının ne olduğu açıkça bildirilmemiştir… Çeşitli mânalarda ihtimalleri vardır. Muhkem âyetler ile sabit olanlara muhalif gibi görülür. (Artık kalblerinde eğrilik bulunan kimseler) bir takım bid'at sahipleri gibi ve bir takım haktan meyleden gayri müslimler gibi şahıslar (fitne aramak) insanları şek ve şüpheye düşürüp dinlerinden ayırmak için (ve onu tevil arzusunda bulunmak) onu kendi arzularına göre tevil etmek yorumlamak (için o kitaptan) Kur'ân'ın hikmetli beyanından (müteşabih olanına tabî olurlar), onların dış anlamlarına takılırlar. Veya onları bâtıl surette tevil ederler (halbuki, onun) o müteşabihierden olan herhangi bir âyetin (tevilini) ondan muradın ne olduğunu, onu ne gibi bir mânaya yorumlamanın icabettiğini (Allah Teâlâ'dan başkası bilmez). Onu bilmek, Yüce Allah'a mahsustur. Onu hikmeti gereği o suretle inzal buyurmuştur. Bizim vazifemiz ise onun ilahi, kelâm olduğunu tasdik etmekle mânasını Allah'ın ilmine ısmarlamaktadır. (İlimde rüsuh) hakkıyla bilen ve sağlam itikat (sahibi olanlar ise) müteşabihatın da birer ilâhî kelâm olduğunu bilir, takdis eder ve (bîz ona İman ettik, hepsi de) muhkemlerde, müteşabihler de (Rabbimizin katındandır derler.) Öyle güzel bir itikat sahibi olduklarını gösterirler. (Bunları) Kur'an'ı Kerim'deki hükümleri (tam akıllı zatlardan başkası düşünemez.) Bunları güzelce takdir ve tevil ederek bunlardan istifade etmek ve öğüt alabilmek için tam akıl sahibi olmak lâzımdır. Yoksa arzu ve heveslerine tâbi olan, yanlış anlayışları kabul eden, güzelce nazar ve tefekkürden mahrum olanlar, bu gibi Kur'ânî izahlardan istifade edemez ve uyanmış olamazlar. § "Mühkemât"; muhkemin cem'idir. Bundan maksat, lafzı ve mânası kesin olarak bilinen, nesih ihtimalinden uzak olan âyetlerdir. Bunlar başlıca iki nevidir. Biri (Liaynihi muhkemdir) ki onun neshe ihtimali olmadığı İlk iniş tarihinden itibaren anlaşılmıştır. Meselâ: Cenâb-ı Hakkın birliğine her şeyi bildiğine ve kıyametin vuku bulacağına dair olan âyetler bu nevi muhkemattandırlar. Diğeri de ligayrihi muhkemattır ki, ilahi vahyin kesilmesine, Rasûli Ekrem Efendimizin âhirete irtihaline binaen kendilerinde nesih ihtimali kalmayan âyetlerdir. Namaza, oruca, zekâta, mirasa ait âyetler gibi. § Müteşabihata gelince, bu da kendilerinden Allah'ın muradının ne olduğunu bilmek ümidi, ümmet hakkında kesilmiş olan âyetlerdir. Bunlar ile ne irade buyurulmuş olduğu bizim için kapalı bulunmuş olur. Müteşâbihât ta iki nevidir. Biri, kendisinden lügat itibarıyla hiçbir şey anlaşılmayan lâfızlardır. Bazı sürelerin evvelindeki harfler gibi. Diğeri de lüğavî mânasını kasd edildiğine aklın veya diğer muhkem delillerin müsait olmadığı bazı tâbirlerdir. Allah'ın eli onların ellerinin üstündedir. (Fetih 48/10) âyeti kerimesindeki "Yed = el" tabiri gibi ki, bunun lügat itibariyle mânası malûm ise de Cenâb-ı Hak, azadan uzak olduğundan el tabirini ona bu mâna itibariyle Isnad etmek caiz değildir, o halde bu da m üt e ş ab i ht ir. İşte Hz. Isa hakkındaki Mesih…. Ancak Meryem'e ulaştırdığı kelimesi ve ondan bir ruhtur. (Nisa 4/171.) âyeti kerimesi, böyle m üt e sabi hattan d ir. Artık bunlara istinaden kat'î bir hüküm vermek, caiz olamaz. § "Müteşabihatın hükmü"; Bunların hak olduğuna, birer ilâhî kelâm olduğuna inanmakla beraber bunların mânalarının kat'î surette tâyinini Allah'ın ilmine bırakmaktır. Selef alimleri, bu gibi m üt e ş ab i h atı tevilden kaçınmışlardır. Ashabı kiramdan Malik İbni En e s, radiallahü anhden = Rahman Arşa istiva etmiştir. (Taha 20/53) âyeti kerimesi sorulmuş, o da şöyle cevap vermiştir: İstiva malumdur, keyfiyeti ise bizce meşhüldür. Buna İman vaciptir. Bu konuda soru sormak ise bid'attır. Maamafih bazı zatlar, bu gibi müteşabihlerin şeriata aykırı olmayacak bir tarzda yorumlanabilecekleri görüşündedir. Meselâ: Cenâb-ı Hakk'a isnat edilen yedden murat, Allah'ın kudretidir, kâinat'ı idare etmesidir, denilmektedir. Böyle bir yorum, yanlış anlamalara meydan verilmemesi faydasından dolayı kabul edilmiştir. Zaten bazı lâfızlar vardır ki, onların lüğavî mânaları kasdedilmez, onlar lisan bakımından bir takım kinayelerden ibaret bulunur. Nitekim: "Filân zat, bir milleti veya bir orduyu bir eliyle idare ediyor" denilir ki, bununla onun iktidarı iyi idaresi kastedilir. § "Müteşabihattan olan âyetlerin inişi, birer hikmete dayalıdır. Ve bunlar, insanlık için birer deneme ve imtihan vesilesidir. Tâ ki, onların mânâlarını kat'î surette anlamadıkları halde, onların hakkıyyetine İman ederek sevaba kavuşsunlar. Bunları şeriata muhalif, cahilce bir surette tevile cüret edenler de azaba uğrasınlar. Maamafih istikbale ait bir çok hâdiselerin de zamanı insanlara hikmet gereği bildirilmemiştir. Nitekim kıyametin ne zaman kopacağını, güneşin ne zaman mağriptan doğacağını, deccalın ne zaman çıkacağını, Hz. İsa'nın da ne zaman yere ineceğini Cenâb-ı Hak, kullarına bildirmemiştir… Bu suretle insanların daima uyanık bulunmaları, kendi bilgilerine güvenip bilgiçlikten sakınmaları ve daha nice şeyleri bilmediklerini anlayarak acizliklerini itiraf etmeleri gayesi de düşünülmüştü. § "Diğer bir bakımdan Kur'ân'ı Kerim'in bütün âyetleri muhkemdir. Şöyle ki: Bütün âyetler, mana bozukluğundan, lafız kusurlarından korunmuştur. Hepsi de tevatür yoluyla sabittir. Hepsi de Allah'ın sözüdür. Hepsinin de hakkiyetine inanmak lâzımdır. Diğer bir bakımdan da hepsi müteşabihdir. Yâni: bütün âyetler, mânalarının sıhhati, lâfızlarının düzgünlüğü, fesahat ve belâgatin birer mükemmel numunesi olmaları ve hepsi de birer Allah'ın sözü bulunması cihetiyle birbirine benzemektedir, hepsi de aynı yüceliğe sahip bulunmaktadır. § Tefsir ile tevilin mahiyetleri: Tefsir -lügatte keşif etmek ortaya çıkarmak ve açıklamak demektir. Nitekim bir şeyin beyan ve izah edilmesini istemeye de "istifsar" denir. Istılahta ise tefsir. Kuranı Kerimdeki kelimelerin mânâlarını âyetlerin içeriklerini, hükümlerini, kıssalarını muhkem ve müteşabih olanlarını nasih ve mensulı bulunanlarını ve inişlerini, sebeplerini kendilerine açıkça delâlet eden lâfızlar ile, tabirler ile izah etmektir. Tevil ise lügatte rücu mânasına gelen (evi) kelimesinden türemiştir. Nitekim bir şeyin özetine, özüne, ve neticesine "meal" denilmektedir. Istılahta ise tevil, Kur'an-ı Kerimin âyetlerini muhtemel olduğu çeşitli mânalardan birine çevirmektir ki, iki nevidir. Birisi, sahih tevildir ki, bu bir kapalı lâfzı haklı bir sebebe dayanıp, bir sebep ve delile bağlı olup muhkem âyetlere ters düşmeyen bir mânaya sevketmektir. Bu halde bazen gizli olan bir mâna, açık görülen bir mânaya ve mecaz, hakikata tercih olunuru. Nitekim: (Yed) tabiri, Cenâb-ı Hakka isnat edilince bu luğavi manasına değil, mecazi mânası olan kudret ve idare manasına yorumlanmıştır. İkincisi: Fasit tevilidir ki: Bir'lâfza hiç ihtimali olmayan bir mânayı vermektir veya ihtimali olan mânâlar içinde muteber! Varken muteber olmayan mânayı seçmektir. Resulda" sebat, metanet, sağlamlık, bir fen ve sanatın hakikatini bilmek demektir. Böyle bir vasfı taşıyana "rasih" denir. Cem'i "rasih undurUn den murat ise ilimleri, imanları rüsuh bulmuş, hafızaları ilmî mes'elelerle süslenmiş olan zatlardır. Bazı zatlara göre rasihundan olan zat, o kimsedir ki, onun ilmi, kendisinde şu dört özelliğin bulunmasına vesile olur. Kendisiyle Allah Teâlâ arasında korku, kendisiyle halk arasında alçak gönüllülük, kendisiyle dünya arasında ibâdet aşkı ve kendisiyle nefsi arasında cihâd.

KUR'AN-I KERİM MEALİ, TEFSİRİ; AÇIKLAMASI, YORUMU VE MANAYI İZHARI;

Copyright © kuranikerim.name.tr, 2014